Bilecik’ten sonra Yenişehir yönünde dağ geçitlerinde tarihin en eski yolları, bugünkü ana yolların asfaltı altında kalmış olsa da, topoğrafik haritaları dikkatle incelediğimizde İznik Gölü’ne doğru giden tek rotanın burası olduğunun farkındayız…
“Nikea” eski ismi, “sur içinde” anlamına gelen “is” ön ekiyle “İsnikea” olmuş… Selçuklu Türkleri burayı gelip başkent yapmadan çok önce ilk yerleşimin günümüzden 4500 yıl öncesine kadar gittiği yazılıyor… Fakat, MÖ 7’nci yüzyıla ait tarih sayfalarında İznik için “Helikare” denildiği okunuyor… Sonra Makedonyalılar Antigoneia adını vermişler… Milattan Önce 3. asırda ise Nikea ismine kavuşmuş ve kentin ilk önemli mimari yapıları inşa edilmeye başlamış. Astronomi fikirleriyle bilinen Hipparkos da, İznikli imiş…
MS 325 yılında Hristiyanların ilk İznik Konsili’nin burada toplanmasından İznik’in ne derece önemli bir şehir olduğunu anlıyoruz… Hristiyanlıkla ilgili yortu günleri ve Nikea Kanunları denilen 20 maddelik metin bu konsil ile kabul edilmiş. 8’inci asra gelininceye kadar 7 kez konsil toplantısı yapılan İznik’in Ayasofya’sı, Bizans’ın Haçlı Seferleri sonucunda İstanbul’u kaybetmesiyle, İznik Latin İmparatorluğu’nun kurulduğu kilise de olmuş…
11. yüzyılda Anadolu Selçukluları’nın başkenti olan İznik, Bizanslılar ve Selçuklular arasında büyük savaşlara neden olan dönemin en gelişmiş sanat, ticaret ve kültür merkezi imiş. Ünlü medreselerinde dönemin en ünlü tasavvufları yetişmiş. Hatta Osmanlı döneminin ilk camisi medresesi ve imareti bile İznik’e layık görülmüş. İstanbul fethedilinceye kadar sanat merkezi olarak önemini koruyan İznik’in ünlü çini ve seramiklerini tüm dünyada duymayan kalmamış.
İznik Ovası’na inerken onlarca çeşit sebze ve meyve bahçelerinin arasından geçiyoruz. Toprağı ve iklimi elverişli olmasıyla özellikle küçük çekirdekli ince kabuklu zeytin ve müşküle üzümünün kalitesi, iyi biliniyor. Keza, göldeki tatlı su balıklarının çeşidi ve ıstakozu da, İznik’in tarih içinde neden bu kadar sevilerek korunduğunun başka sebepleri… Yeşil çinili kiliseleri, Roma tiyatrosu, dikilitaşı, hamamları, türbeleri, camileri, medreseleri, imarethaneleri, İznik’in aslında tarih öncesine uzanan anayolların birleştiği önemli konumunun kanıt eserleri…
Çini işlenmeye binlerce yıldır devam edilen atölyelerinden halen 47 tanesi çalışıyor.
Geçmiş çağların hepsinde başkentlik sıfatıyla zengin tarihi yapısı ve birçok eski din için bir nevi hac yeri oluşu, İznik’in aslında “İpek Yolu’nun son noktası mı” olduğu sorusunu aklımızdan çıkarmıyor!..
2400 yaşındaki surları ise, Bithynia döneminden Roma ve Bizanslılara kadar eklentilerle büyütülmüş, 13 metreye kadar yükseltilmiş ve günümüzdeki şekline kadar sürekli yenilenmiş… İznik’in çevresini beşgen şekilde 4970 metre boyunca kuşatan surların, yuvarlak ve kare şekilli 114 burcu, İstanbul, Lefke, Göl ve Yenişehir olarak dört ana kapısı, dış surla içteki kapılar arasındaki oval avluları, granit sütunlu kapı kuleleri, kemerli geçitleri, kubbeli hücreleri, kenti kötü ruhlardan koruyan Medusa başları, buranın uygarlık tarihinin en eski şehirlerinden biri olduğunu gösteriyor… Freskler üzerinde insan figürleri, eski yazıtlar, antik parçalar, İznik’in her yerinde göze çarpıyor… Sanki zaman tüneline giriyor ve binlerce yıl öncesine gidiyorsunuz…