İlk insanların MÖ 6000 yıllarında avcılık ve toplayıcılığı bırakıp kurulu düzene geçtiği patikalarda ilerliyoruz… Tarımla uğraşan ilk insanların yeni yaşam biçiminin yeşerdiği bu topraklarda teker izleri arıyoruz…
Koruma altına alınmış tarihi yapılarıyla kültür mirası olarak kabul edilen Kuzey Mezopotamya’nın en önemli şehri ise Mardin… Farklı dini inanışlara sahip Mardinlilerin yaşadığı bu tepe yerleşimi, camiler, kiliseler, manastırlar ve medreselerle dolu, rengârenk bir şehir… Mardin, hanları, kervansarayları ve eski ticaret depolarıyla, İpek Yolu’nun Anadolu’ya giriş noktası olarak kabul ediliyor.
Çevresinde yapılan kazılarda çıkarılan taşlar, en eski dönemlere; Paleolitik, Cilalı Taş, Kalkolitik, Erken Tunç, Tunç ve Demir çağlarına tarihlenmiş… Mezopotamya’nın başlangıcının da Mardin tepelerinin eteklerinde gerçekleştiği, höyüklerdeki bulgularla tespit edilmiş… Kalesi, Osmanlı dönemine kadar bölgenin en zor ele geçirilebilecek, kuşatmalara en dayanıklı nokta olarak tarih kitaplarında yerini almış.
Buranın zenginliği içinde; Babilli astronomlar, gün dönümü ve tutulmaları hesaplayabiliyorlarmış. Medler, Babilliler, Urartular ve Persler ile Büyük İskender dönemine kadar Mezopotamya, hep en çok sahip olunmak istenen topraklar olmuş. Din ve mitoloji ile iç içe gelişen astronomi, tutulmaların kötülüklere işaret etmesi gibi mistik unsurlarla insanlara sevdirilmiş.
Mardin’den güneye doğru bakıldığında aşağıda yüzlerce kilometre boyunca uzanan Mezopotamya Ovası seyrediliyor… “Mor” isimli Hristiyan ibadethanelerinin yanında onlarca medrese ve cami de Mardin’e ayrı bir güzellik katıyor. Telkari denilen gümüş işçiliği, mücevher, bakır ve ahşap, sabunculuk, şarap üretimi ve hatta semercilik gibi tarih öncesi dönemlere ait zanaatlar, Mardin’in eski dokulu sokakları ve benzersiz taş duvarlı evleri, şehrin köklü geçmişinin kanıtları…