Yerleşimler ve üretim arttıkça, çalışmadan hazıra konmak, buraları ve ürünleri ele geçirmek isteyen kaba topluluklar ya da bölgeyi kontrol edip vergileri toplama hırsı, tüm nesillerde sakinlerin sükunetini bozmuş…
O sebeple de vadilerin içinden nehir kıyıları boyunca ilerleyen kervan yollarına uzak olsa da, korunmak isteyen yerleşim yerleri, yüksek irtifalara taşınmış.
Karaman ve Konya arasındaki 1000 metre rakımlı devasa verimli ovanın tam ortasında 1,2 kilometre farkla yükselen 2271 metrelik Karadağ, lav ovası ve yanardağ kraterine çok zor çıkılan dik rampalarına rağmen, binlerce yıldır sivillerin kaçış yeri olmuş. Tarımı hayvancılığı veya el sanatlarını aşağılarda yapsalar da, tehlike yaklaşırken, uzaktan ürkütücü devasa bir konik tümülüs gibi de görünen, taban çapı 15 kilometrelik Karadağ’a çıkmışlar. Hatta Mahalaç Tepesi’nin hemen altında antik yerleşim izleri, burada daha uzun sürelerde kalındığını da gösteriyor.
Aynı Kızıldağ’dakine benzer Hitit döneminden kalma 2 metre uzunluğunda, tek satırlık Luvice hiyeroglif yazıtı olan kayaya oyulmuş koridoru bulunan, Büyük Kral Harpatus için yapılmış 2800 yıllık tapınak uygarlıklar boyunca kült yeri olmuş. Sonradan gelenler de, kendi tapınaklarını öncekilerin üzerine inşa etmişler ve buradaki yaşam hakkında kanıtlar günümüze kadar ayakta kalmış.
Geç Antik Çağ’da Boratinon adı verilen volkanın yamaçları, aslında, Anadolu’daki en eski neolitik yerleşim yerlerinden biri olan 9500 yaşındaki Çatalhöyük’e yakınlığıyla da her zaman yerleşim yeri olmuş.
Baştepe ve Kızıltepe eteklerindeki Madenşehri ve Antik Derbe gibi kireç harcı ve kesme taşlar kullanılarak yapılmış dağ üsleri ve kasabaları, hep dini merkezler olarak önemli imiş. Fethedilmesi çok zor olduğu ilk bakışta bile anlaşılan Romalılardan kalma yuvarlak burçlu, sekizgen Başdağ Kalesi’ndeki gibi yükseklik, ulaşım zorluğu ve su kıtlığıyla, yaşam oralarda hiç kolay olmamış.
Fakat, Romalı askerlerin şifa buldukları bol mineralli yuvarlak bir havuz için bile, buralara halen gelindiğini de söyleyelim.