İnsanlardan önce hayvanların yaptığı izler, ilk yollarmış… İlk insanlar da, aynı doğal çizgilerde yürüyerek, ilk yolları oluşturmuşlar. MÖ 10000’lerde insanların kullandığı ilk patikalar belirmiş.
Anadolu’daki insan yerleşiminin, Antalya Karain ve İstanbul Yarımburgaz mağaralarındaki buluntularla en az 14 bin yıldan da öncesine, Eski Taş Çağı’na, Paleolitik Dönem’e kadar uzandığı tahmin ediliyor.
Fakat Çatalhöyük, Göbeklitepe, Norşuntepe, Köşk, Yumuktepe, Çayönü, Nevali Cori, Aşıklı Höyük ve Boncuklu Höyük Hacılar, Neolitik Anadolu’nun kesin kanıtları olarak kabul ediliyor.
Arkeogenetikteki son gelişmeler de, tarımın ve ilk çiftçilerin Anadolu sınırlarından Avrupa’ya yayılmasının, 9 bin yıl önceki göçlerle ilişkili olduğunu doğruluyor. Anadolu Neolitik çiftçilerinin soyunun Anadolu’daki avcı-toplayıcılardan geldiği, tarımın bu avcı-toplayıcılar tarafından bu topraklarda benimsendiği ve nüfusun yayılımında sadece bir kültürel alışverişle sınırlı olmadığı öne sürülüyor.
Elbette, tarih öncesinin o ilk yürünülen yollarının izlerini görebilmek mümkün değil. İnsanların daha elverişli iklimlere doğru 2 milyon yıldır göç ettikleri patikaların tespiti, Alt Paleolitik Dönem’e ait taş aletlerin bulunduğu alanlarla tahmin edilmeye çalışılıyor. Fakat Anadolu ile ilgili en eski tarihsel verilerin, Tunç Çağı’nda ortaya çıkması ve Demir Çağı boyunca devam etmesinin ana hat olarak kullanılan ilk yolların çizgilerini ve hep kullanılmış hatta günümüz karayollarının “ata”sı olmuş antik güzergâhların izini sürmemizi sağladığını söylemeliyiz. Pleistosen Dönem insanının olası yaşam alanlarını oluşturması ve Anadolu’nun doğal köprü oluşu nedeniyle; burada insanların Asya’dan Avrupa’ya doğal geçiş alanlarını oluşturması, her yeni buluntu ile bu göç yollarını aydınlatıyor.
En eski yollarla diğer alanlara doğru kültürel ilişkilerini başlatan dağınık yerleşimler, ticaret ve iç yollarının kesiştiği bölgelerde kalabalık yaşamaya ve “şehir”leşmeye başlamışlar. Yoğun yerleşik yaşamla birlikte toplumların sosyal yaşamı, bölgeler arası iletişimi ve buna dayalı kültürel etkileşimlerinde önemli bir faktör olmuş. Anadolu coğrafyasının dağlık arazi yapısına rağmen, denizde ve karada olmak üzere doğal yollarıyla bölgeler arası ulaşımda uygun şartları barındırması, tarih öncesi dönemlerden itibaren toplumların yaşamlarında ve aynı zamanda kültürel gelişimlerinde belirleyici olmuş.
Özellikle; Anadolu’un enlemesine fiziki uzantıları arasında büyük akarsular ve yan kollarının açmış olduğu vadilerdeki doğal yollar, her dönem güncelliğini korumuşlar. Kalkolitik Dönem’den Tunç Çağları sonuna değin uzanan süreçte Anadolu’nun bereketli toprakları ve ulaşım yolları üzerindeki konumu başta olmak üzere çevre faktörleri, kültürel ve kronolojik gelişiminde önemli bir rol oynamış. İklim şartları, bitki örtüsü ve faunası, en erken yerleşim süreciyle birlikte, buralarda yaşayan toplumların sosyo-kültürel yaşamını şekillendirmiş ve Anadolu kültür tarihinde etkin olmuş.
Her Anadolu şehrinin önemi, coğrafi konumu ve ticaret yolları üzerinde yer almasıyla artmış. Örneğin; Harran, tarihi İpek Yolu’nun Musul ve Halep uzantısıyla Irak ve Suriye’yi Anadolu’ya bağlayan, ana ticaret yollarının kesiştiği noktada yer alan en önemli merkez olurken, aynı zamanda ırmaklarının suladığı verimli ovanın ortasında önemli bir ziraat yeri imiş.
Diğer yanda; ilk taş döşeli sokakların 6 bin yıl öncesinde ve yerleşim yerleri arasındaki en eski döşeli yolların MÖ 2600 ile 2200 yılları arasında inşa edildiği biliniyor.
İlk tekerlek formu ise, Mezopotamyalı eski Sümer’de MÖ 5000’lerde çanak çömlek yapmak için geliştirilmiş ve taşımada da büyük taşların altında yuvarlanarak ilk kez kullanılmış olabilir. Gerçek tekerleklerin geliştirilmesinden önce kütüklerin ve kızakların altında silindirler de varmış. İnsanın en büyük icadı olan tekerlek, ilk olarak Neolitik Çağ’da MÖ 3500’e kadar kaydedilmiş. Tarımla başlayarak, tekerlekler kısa sürede savaş arabalarından oyuncaklara kadar her şeyde kullanılmış ve insanlığın teknolojik ilerlemesinin bir sembolü olmuş.
İlk tekerlekler, hayvansal veya bitkisel yağlar ile sürekli yağlanarak ve deri bağlayarak sabit akslara takılmış gibi görünüyor. Kızaktan geliştirilen ilk basit iki tekerlekli arabaların Mezopotamya’da 5 bin yıl önce kullanıldığı ve yaban eşeklerinin çektiği iki tekerlekli savaş arabalarının MÖ 2800’lerde ortaya çıktığı anlaşılıyor.
Kağnı, yani ağır dört tekerlekli vagonlar da, MÖ 2500’lerde sadece öküzler koşulmuş olarak kullanıldıktan yarım asır sonra; tekerler çok kollu olarak geliştirilmiş ve at üstünde yolculuk için de ilkel koşum takımı icat edilmiş.
Tekerlekli ulaşımla, killi topraklarda çamur haline gelen yolların nitelikleri iyileştirilmeye başlanmış. İyi tesviye edilmiş yüzeyler oluşturacak kadar yumuşak, özellikle ıslakken tekerlekli araçları taşıyacak kadar güçlü ve bozulmadan kalacak doğal malzemeler aranmış. Önce kentsel alanlarda taş döşeli caddeler inşa edilmeye başlanmış… 4 bin yıl önce metalurjideki gelişmelerle, taş kesme aletleriyle yolların döşenmesi kolaylaşmış. Kilometreler boyunca 200 milimetre kalınlığında kumtaşları, kil alçı harcı ile yapıştırılarak ve bazaltik kaldırım taşı tabakası ile kaplanarak ilk gerçek yollar döşenmeye başlanmış. Değişik doğrultu ve karakterde olan yol ağları, Anadolu’yu sarmış… Özellikle içeride özerk, dışarıya karşı federal düzenin atası olan Güney Batı Anadolu’daki şehir devletleri, güçlerini birleştirebilmek için birbirleri arasındaki yolları daha kolay geçebilme amacıyla, bu yolların yapılarını geliştirmeye başlamışlar.
Antik yollar arasında ilk “otoban” kavramı, MÖ 500’de tüm Anadolu’yu boydan boya geçen Kral Yolu, zamanının en kapsamlı yol sistemi olarak oluşturulmuş. Bu yolun üstün kalitesi sayesinde Pers kuryeleri, Susa Sardes arası 2700 kilometreyi 7 günde geçebiliyormuş.
Büyük İskender’in ordusunun yürüdüğü Antik Çağ’ın yolları, doğuda Hindistan’dan Avrupa’nın en batı ucuna kadar uzanmaya başlarken; bu daha eski hatların üzerine MÖ 312’den itibaren askeri kampanyaların desteklenmesi amacıyla düz ve sağlam taşlarla döşeli 78 bin kilometrelik Roma Yolları ağı inşa edilmiş.
Kalabalık askeri birliklerin bir bölgeden diğerine hızlı hareket edebilmeleri için, çamurlu kalmaması gereken büyük yollar, suyun kolayca akıp gidebildiği derin kırma taş yatakları olan katmanlarla yapılmış. Lejyonlar, 5 metre genişliğinde ve en dik yerinde yüzde 18’lik bir eğime sahip, kireç taşı bloklarla döşenmiş ve bir yanında drenaj için küçük bir oluk olan bu yollarda ilerlemişler. Daha yoğun rotalarda, toz ve tekerleklerin sürtünmesini azaltan altı kenarlı kapak taşları ya da kaldırım taşlarını içeren ek katmanlar da yapılarak, Romalıların savaş arabalarının çok daha hızlı gitmeleri sağlanmış. Kentleri temiz tutmak için de, öncelikle şehre giren yollar döşenirmiş.
Antik yollar ve özellikle kült yolları her dönemde onarılmış, yeni yollar açılmış ve köprüler yaptırılmış. Molalarda ihtiyaçları karşılamak üzere kuyular açılmış, sarnıçlar inşa edilmiş… Selçuklular’a kadar tüm medeniyetler, Anadolu’daki ticari faaliyetleri canlı tutmak, güvenliği sağlamak amacıyla kaleler ve bu yollar üzerinde gecelemek için genellikle yaya olarak 8-10 saati geçmeyen ve deve yürüyüşüyle de bir gün süren 30-40 kilometrelik mesafelerde hanlar, kervansaraylar yapmışlar.
Yamaçlara kurulmuş küçük yerleşmeler de, tali yollar ile bağlı oldukları büyük kent merkezleri arasındaki ana yola bağlanıyormuş. Güvenlik ve denetim ilişkileri kolaylaşırken, kırsal alanda veya kentte üretilen ya da sunulan malların transferi sağlanıyormuş.
Ayrıca; tüm büyük kentler, konumları ile sadece bulunduğu bölgenin güvenliğini değil, aynı zamanda çevre bölgelere geçişi sağlayan yol bağlantılarının da güvenliğini garanti etmek için, etraflarını bir sur gibi kuşatan yüksek kale yerleşimleri, kuleler ve ön karakollar kurmuşlar. Adeta bir zincirin halkaları şeklinde birbirine bağlı ve bölgedeki yolları da kontrol altında tutabilecek görüş açısına sahip kaleler, hem ana kentin hem de komşu bölgelere geçiş güzergâhındaki yolların denetimini ve güvenliğini sağlamak adına stratejik noktalara inşa edilmişler. Bu kaleler gelen tacirlerin mallarını pazarladıkları durak yerleri ve ayrıca ordunun sefer zamanında önceden depolanan erzak ile mühimmatın ikmalini kolaylaştıran üslermiş.
Dağlara paralel doğu-batı koridorlarındaki Anadolu’nun bu çok önemli ticaret yolları, kültür alışverişini de sağlarken, hatları boyunca tüm şehirleri büyütmüş ve zenginleştirmişler. Kervanların sadece gecelemek için değil, malların takası ve ticareti için de büyük bir pazar yeri olarak, Anadolu’nun muhteşem antik kentleri, dünyanın ilk idari süreçlerinin gerçekleştirildiği yerler olarak da büyük anlama sahipler.
İşte Türkiye sınırları içindeki dünyanın en eski yollarında tarihin ilk teker izlerini aradığımız bu keşif yolculuğumuz, aslında beşerî tarihin ve mobilite kavramının nasıl başladığını da anlatmaya çalışan bir araştırma seferine dönüştü…
Türkiye Kültür Portalı’nda yer alan bine yakın antik mekana ulaşmak ve aralarındaki bağlantı çizgilerini görmek, tam bir aylık süremiz boyunca elbette mümkün değildi… Fakat Pirelli’nin 150. yılı kapsamında çıktığımız yolda, milattan öncesine ait tam 150 tarihi noktayı incelemeyi başarabildik.
Anlatılacak ve gösterilecek daha çok başka yerler de var… Fakat elinizdeki Pirelli Antik Yollarda derlememiz için seçtiğimiz “güzellikler”in keyfini çıkarmanızı, sizleri adeta bir zaman tünelinde gezdirecek bilgileri okumanızı ve sayfaları çevirdikçe göreceğiniz GPS verileriyle ilk fırsatta buralara, medeniyetlerin merkezi Anadolu’nun zenginliklerine gitmenizi tavsiye ediyorum…