P13 Erciyes Kapadokya

38°31′50″K 35°27′00″D

Karacaoğlan'ın “Eksilmez başından dumanın kışın. Var mıdır şu dünyada senin eşin? Sorsam suallensem yüz bin yaşın. Dünyanın binasın bilin Erciyes” dediği Anadolu’nun tam ortasındaki zirveden çıkan lav ve küllerin, milyonlarca yıl içinde yağmur ve rüzgarla şekillendirdiği Kapadokya'dan geçiyoruz....

Güzel atlar diyarı doğal plato, peribacalarıyla Kapadokya, tarihin en eski uygularlıklarının buluşma ve bazen de saklanma yeri olmuş.

Kuzeybatıdaki 3916 metrelik heybetli Erciyes, hemen altındaki Kayseri’nin, yani eski ismiyle Caesarea’nın yanındaki dev stratovolkan dağı… Son kez 2270 yıl önce püskürmüş olduğu, antik Mezeke sikkelerinin üzerindeki resimlerden tahmin ediliyor. Yani İç Anadolu’nun en yüksek dağının ihtişamlı silueti eşliğinde binlerce yıldır insanlar, tek değil çok sayıdaki volkanın tek bir dağda bir arada püskürmesiyle oluşan dumanların gölgesinde seyahat etmişler.

Zirvenin diğer tarafındaki sağrı üzerinde 2.700 metredeki Safrakaya Tepesi’ndeki krater, buradan aşağıya 1.200 metre irtifaya kadar çok sayıda volkan tepesi, Alidağı ve Yılanlıdağ da aslında birer volkan olarak Erciyes’in vaktiyle gerçek bir “canavar” olarak kabul edilmesine neden olmuş.

Fakat dağın diğer tarafına uzanan, tepe ve platoların arasındaki eski buzul yalaklarının içindeki çakıl ve kiremit rengi cüruf kaplı  eski kervan patikalarında “Low” modunda ilerliyor ve Pirelli Scorpion™ ATR lastiklerimizin iri dişleriyle tutuş sağlıyor, sarsılsak da takılmadan ilerliyoruz… Dağ bitkilerinden aşağıdaki bozkıra kadar 30 dereceden daha dik eğimlerden frene basmadan güvenle iniyoruz.

Kapadokya

Üçüncü jeolojik dönemde Toroslar yükselirken, yani 60 milyon yıl önce, Anadolu platosu sıkışmaya başlamış. Özellikle Göllüdağ’dan gelen külller ile yumuşak tüf tabakasını ve Kapadokya’yı oluşturmuş. Bunun üstünü bazı yerlerde Erciyes ve Hasandağı yanardağlarından gelen lavların soğumasıyla sert bazalt tabakası kaplamış. Bu da zamanla parçalanınca, çatlaklardan sızan yağmurun alttaki yumuşak tüfü aşındırması ve rüzgarın da etkisiyle bazalt kayaları konilerin üzerinde şapka gibi bırakarak peri bacalarını ortaya çıkarmış. 9 ila 3 Milyon yıl önce de erezyonla vadiler ve ilginç şekiller ortaya çıkmış.

Binlerce yıl önce buraları düşmanlara karşı sığınak olarak kullanmak isteyen bölgenin ilk yerlileri, el emeği ile yamaçlara ve hatta yer altına kasabalar büyüklüğünde yaşam alanları oymuşlar.

Dünyanın çeşitli yerlerinde benzerleri olsa da, bu kadar geniş alanda, bu kadar yoğun yerleşim olmuş, bu kadar özgün bir yer, elbette tarih öncesi çağların da, hatta dünyanın en önemli ticaret merkezlerinden biri olmuş.

Ocaktan çıktıktan sonra yumuşak olduğundan çok rahat işlenebilen ve havayla temas edince sertleşen kesme taştan inşa edilmiş çok dayanıklı ve gündüzleri aşırı ısınan geceleri de bir anda soğuyan havaya karşı içleri hep ılık kalan yörenin ahşap avlulu ve kapılı evleri, ilk uygarlıklardan bu yana neredeyse hiç değişmemiş.

Fakat, şu anda görülebilen kemerli geçitler, bezemeler, kitabeler, aslında bir iki yüzyıl öncesine kadar eski… Çünkü, Paleolitik Dönem’den bu yana Kızılırmak’ın böldüğü Luvian’a göre Kat-patuka yani “aşağı ülke”, 250 kilometrekarelik bu alanda yaşamış olan eski insanların ve ilk yolların izleri, silinip gitmiş. Hatta, bugünkü yapılar ve tabelalar da, bin yıl sonra aşınıp gidecek…

Bugün üstlerinde turistlerin gezdiği atlar, aslında Kapadokya’ya ismini vermiş deniliyor. “Güzel Atlar Diyarı” ismi, Pers dilinde Haspaduya, Huw-aspa-dahyu’dan geliyor dense de, Bronz Çağı’ndan itibaren kullanılmış Hititlerin antik Anadolu dili Luvian’a göre Kat-patuka yani “aşağı ülke” anlamı çok daha mantıklı gibi. Katta, “alt” anlamına geliyormuş. Yeraltı şehirlerinin olduğu bir yer için doğru bir sıfat…

Bu muhteşem doğal plato, gizemli peribacalarıyla Kapadokya, tarihin en eski uygularlıklarının buluşma ve bazen de saklanma yeri olmuş.

P12 Kültepe Kaniş

P14 Göreme